İletişim çağında iletişimsizlik veya Bilgi çağında okumamak

İletişim çağında
iletişimsizlik
veya
Bilgi çağında
okumamak

 

Dünya çapında yapılan araştırmalara göre en fazla kitap
Fransa´da (%21) ve İngiltere´de (%21) okunuyor. Üçünsü
sırada Japonya (%14) geliyor. ABD´de okuma oranı %12
ve İspanya´da %9. Türkiye´de ise %0,1 ile 86. sırada. En çok
okunan kitapların konusu aşk (%65), siyaset (%24), düşünce
(%13) ve kişisel gelişim (%7). Dünya´da kişi başına kitap için
harcanan para ortalama 1,3$. Türkiye´de bu rakam 0,25$.
Çocuklara kitap hediye etme oranında ise Türkiye 180 ülke
arasında 140. sırada.
Almanya´da 30,5 milyon kitap alıcısı var. 14 yaş ve üstü arasında
yapılan bir araştırmaya göre 9,25 milyon kişi hergün bir
kitap okuyor. 13,32 milyon kişi haftada bir kaç defa okuyor.
7,09 milyon kişi haftada bir kere, 5,16 milyon kişi 2 haftada bir,
7,32 milyon kişi ayda bir kere ve 27,96 milyon kişi daha uzun
aralıklarla kitap okuyor. En çok okunan kitaplar ise Almanya´da
da kurgu-romanlar.

 

Uluslararası Yayıncılar Birliği´nin bilgilerine göre, yayın sektöründe
Türkiye dünya´da 11. sırada. Rakamlara göre Türkiye´de
kitap baskı sayısı sürekli artıyor. Kişi başına 8,4 kitap düşüyor.
Fakat okuma oranında yıllardır tam ters yönde bir ilerleme
görüyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu´nun araştırmalarına
göre, Türkiye´de kitap okumaya günlük ayırılan süre ortalama
1 dakika. Fakat günlük TV izleme süresi ise ortalama 6 saat,
internete bağlanma süresi ortalama 3 saat. Kitap okumak,
türk insanının ihtiyaç listesinde 235. sırada yer alıyor.
Neticede Türkiye´de çok fazla kitap, çok fazla gazete, çok fazla
dergi, inanılmaz çok köşe yazısı yayınlanıyor, fakat okuma
oranı, satış oranları çoğalmıyor, azalıyor. Peki bu kitapları kim
okuyor, kim alıyor? Tabir-i caizse yazarlar birbirlerinin kitaplarını
ve yazılarını okuyorlar ve yazarlar dışında okuyan yok gibi.

 

Almanya ve Türkiye´yi biraz daha karşılaştıralım…
Türkiye´de 20´ye yakın haber kanalı var.
Almanya´da sadece 3 tane haber kanalı var.
Türkiye´de neredeyse her dakika bir ´Son Dakika´ haberi
görürsünüz.
Almanya´da çok nadir ´Son Dakika´ haberi izlersiniz.
Türkiye´de yüzlerce köşe yazarı var.
Almanya´da köşe yazarı diye bir meslek yok. Bazı gazetelerde
haftada üç-dört köşe yazısı yayınlanır. Yazarları da çoğu
zaman farklı kişilerdir. Sürekli yazan yoktur.
Türkiye´de bayilerde 20´ye yakın farklı gazete satılır.
Almanya´da bayilerin çoğunda en fazla 5 farklı gazete satılır.
Ve bunların arasında, istisnalar hariç, 2-4 tanesi yerel gazetedir.
Almanya´da sadece iyi yazarların ortalama yazdığı 4-5 kitabı
vardır.
Türkiye´de her yazarın ortalama 20 kitabı var.
Almanya´da yazarlık bir meslektir.
Türkiye´de herkes ´araştırmacı-yazar´dır.
Türkiye´de her kanalda tartışma programları vardır. Hergün ve
saatlerce sürer.
Almanya´da 5-6 tane tartışma programı var ve bunların süresi
1 saati geçmiyor.
Türkiye´de haberler bir saat sürer. Magazin, kazalar, siyaset.
Hepsi vardır içerisinde.
Almanya´da haberler 5 dakika sürer. En fazlası 12 dakika sürüyor.
Magazin, cinayet, kaza haberleri yoktur. Sadece çok büyük
bir olay olursa, cinayet ve kaza haberleri gösterilir.
Tüm bu verilere ve farklara baktığımızda okumaktan çok
konuşmayı ve izlemeyi sevdiğimizi tespit edebiliriz. Dolayısıyla
kitap okuma ihtiyacı ve oranı da düşük oluyor. Kültür olarak
asya insanlarının iletişimi yazılı metinlere değil, sözlü iletişime
dayanır. Söz anlaşma gibidir, ağızdan çıkan imza gibidir.
Avrupa kültürlerinde ise konuşulan değil, yazılı metin esastır.
İstediğiniz kadar konuşun, elinizde yazılı bir metin yoksa,
söylediğiniz geçersiz olabilir. Bundan dolayı kitaba, yani yazılana,
verilen değer de farklıdır.
Genel olarak baktığımızda iletişim çağı, insanları daha da iletişimsiz
hale getirdi. İletişim şekilleri ve imkanları çoğalmış olsa
da iletişimin içeriği ve kalitesi düştü. Yani iletişim var, fakat
hem kalitesiz hem de gerçekçi bir iletişim değil.

Aynı zamanda teknolojik çağ bizi bir bilgi çağına soktu. Her an
her istediğiniz bilgiye ulaşabiliyorsunuz. Fakat bilgiye ulaşabilmek,
bilgi sahibi olmak manasına gelmiyor. Kaldıki doğru
bilgiye ulaşabildiğiniz manasına hiç gelmiyor. Çünkü aynı
zamanda her zaman heryerde çok fazla bilgi kirliliği var.
Kısa ve hızlı bilgiler heryerimizi sardı. Az önce aldığınız bilgi az
sonra bam başka bir şekilde, başka bir bakış açısıyla önünüze
çıkabilir. İnsanlar sayfalarca kitap, uzun makaleler, bir temeli
olan araştırmaları okumak yerine, 144 karakterden oluşan
twitter mesajlarını okumak – daha doğrusu görmek – istiyorlar.
Çünkü bilgi okunan birşey degil, görünen bir şey haline
geldi. Örneğin haberlerin sadece manşetleri görülür, ama
okunmaz. Görmek ve bakmak arasındaki fark gibi. Bakmak
içselleştirir. Görmek sadece göz ile irtibatlıdır, bakmak zihin
ile ilgili bir meseledir. Aynı bunun gibi bilgi çok, fakat okuyan
yok. Okunduğu zannedilen bilgiler ise zihne inmiyor. Kalıcı bir
bilgi haline gelmiyor. Ve neticede hemen unutuluyor.
Zaten köşe yazılarının büyük bir çoğunluğu da analiz şeklinde
yazılan yazılar değil, sokakta konuşulan bir dil ile yazılıyor.
Dolayısıyla gerçek manada kitap okumayı da teşvik etmiyor.
Bu kısa ve hızlılık aslında insanın fıtratına da aykırı. Kızıldereliler
hızlı bir şekilde bir yere giderken grubun lideri “Biraz bekleyelim,
ruhumuz bize yetişemiyor, geride kaldı” der.
İnsanın fıtratı bu kadar hızlı, çabuk değişen, kısa ve içeriği
olmayan bilgiye uygun değildir. Bu hızlılık ve okumamak insanın
psikolojisini de menfi manada etkiliyor. Hiperaktif, rahatsız,
sıkıntılı, stresli hale getiriyor.
Son olarak maalesef eğitim sistemimiz de okuma oranının
düşüşüne sebep oluyor. Ezber kültürüne dayanan,
bilgiyi içselleştirmeyi engelleyen bir sistem var Türkiye´de.
Üniversitede ve birçok sınavda bilgi üretmiyorsunuz, fikri ve
zihni çabalama yapmıyorsunuz. Sadece verilen cevaplardan
hangisi doğru diye seçiyorsunuz veya tahmin ediyorsunuz ve
bunu yapabilmek için büyük bir ölçüde önceden ezberlediğinizi
hatırlamak için beyinsel hafızayı çalıştırıyorsunuz. Beynin
bilgi üretme bölümleri devre dışı kalıyor.

Dr. Cemil Sahinöz

Ayasofya Nr. 59