Vahdet-i Vücut

Vahdet-i Vücut

 

“Lâ mevcude illa hu” (Ondan ba?ka mevcut yoktur.) diyerek varl???n ancak Allah’a mahsus oldu?unu esas alan ve mahlukat?n varl???n? kabul etmeyen bir tasavvuf ekolüdür. Ekolun kurucusu Muhyiddin-i Arabî hazretleridir. Sadeddin Konvevî hazretlerinin d???nda bu yola giren büyük zatlara rastlanmaz.

Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin baz? görü?leri kendisinden sonra gelen tasavvuf ehlince benimsenmi? olmakla birlikte bu yol, di?er tarikatlar gibi, büyük kitlelerin tâbi oldu?u bir me?rep halini almam??t?r. Vahdet-i vücut me?rebinde Allah nam?na mahlukat inkâr edilirken, materyalistler ve tabiatç?lar bu me?rebi o büyük velinin anlay???na taban tabana z?t bir yola çekerek, tabiat nam?na Allah’? inkar yoluna girmi?lerdir.

Önce, vahdet ve vücut kelimeleri üzerinde biraz dural?m. Vahdetin sözlük anlam?, birlik’tir. Z?t anlam? “kesret”, yâni çokluktur. Meselâ, be? farkl? harf bir kesrettir, ama bunlar tevhit edilerek bir kelime halini al?rlarsa vahdete erilmi? olunur.

Kâinat kitab? denilen bu âlemde, bu mânân?n sonsuz misalleri vard?r. Yüzlerce dal bir a?aç olarak kar??m?za ç?karken, milyarlarca hücre bir bedende birle?iyorlar. Bir olan Allah’?n mukaddes varl??? için “vacib-ül-vücut”, kesret dairesini meydana getiren mahlûkat?n?n varl??? için ise “mümkin-ü’l-vücut” tabirleri kullan?l?r.

Vacip; varl??? kendinden olan, bir ba?kas?n?n var etmesiyle var olmaktan münezzeh bulunan, ezelî ve ebedî var olan Allah’?n varl???. Mümkin; varl???, yarat?c?s?n?n var etmesiyle tahakkuk eden, o diledi?inde hemen yok olmaya mahkûm, bu cihetle varl??? ile yoklu?u yarat?c?s?n?n kudretine nispetle e?it bulunan mahlûkat?n varl???.

??te vahdet-i vücut me?rebindeki bir velî, “isti?rak” dedi?imiz mânevî sarho?luk hâline girdi?inde varl??? sadece vacip varl??a hasreder, mümkinin varl???n? inkâr eder. “Lâ mevcude illâ hu” yâni “Ondan ba?ka varl?k yoktur.” der.

Bu sözün cezbe hâlinde, mânevî sarho?luk hâlinde söylendi?i aç?kt?r. Zira, Ondan ba?ka varl?k olmasa, bu sözün de söylenememesi gerekirdi. Ama, bu sözü söyleyen zât o anda bunu da dü?ünecek halde de?ildir.

?sti?rak halinin bir gölgesi günlük hayat?m?zda da bazen kendini gösterir. ?lmî bir eseri okuyan insan kendini mânâya kapt?rd? m?, art?k kelimeleri bir bak?ma görmez olur. Onlar? hat?rlamaz, onlarla me?gul olmaz. O her ?eyiyle ilme dalm??, onda gark olmu?tur. O anda kitab? unuttu?u gibi, onu tutan parmaklar?n?, ona bakan gözlerini de unutmu?tur.

Vahdetü’l vücut için, Mesnevî-i Nuriyye’de “Tevhidde isti?rakt?r ve nazara s??mayan bir tevhid-i zevkîdir.” buyrularak bu me?rebin ak?l ile izah edilemeyece?ine dikkat çekilir.

Bir aynay? güne?e kar?? tuttu?unuzda güne? o aynada görünür. Onun nuruyla ayna da ayd?nlan?r. O da ???k saçmaya ba?lar. Bu ayna ?uurlu olsa, güne?in nurunu kalbinde ta??r, ona iman eder ve kendisindeki bütün renklerin, ?????n, hararetin hep ondan geldi?ini bilir, ona minnettar olur. Bu ?uurlu aynan?n güne?e do?ru yakla?t???n? farz edelim. Yakla?t?kça güne?ten daha fazla ???k alacak, daha çok parlayacak, di?er yandan, daha fazla ?s?nacak, yanacakt?r. Ayna güne?e yakla?t?kça onda, güne?in görüntüsü d???nda kalan saha gittikçe azal?r. Ve sonunda aynan?n tamam? güne?in nuruyla dolar. Art?k onun kalbinde ba?kas?na yer yoktur. Yakla?ma devam ettikçe, ?????n ?iddetinden ayna kendini göremez olur. ?iddetli hararet ve nur ile kendinden geçer, isti?rak hâline girer. Art?k ne kendisi kalm??t?r ortada, ne de ?????. ??te o ayna bu halde iken, “Güne?ten ba?ka bir ?ey yoktur.” derse, bu onun mânevî sarho?lu?unun ifadesidir.

Risale-i nur Külliyat?ndan Mektûbat’ta, “kalbî ve hâlî ve zevkî olan bu me?rebi aklî ve kavlî ve ilmî sûretine çevirmemek” gerekti?i önemle vurgulan?r. Ve Lem’alar’da bu mânây? teyit için, “bu mesele-i vahdetü’l vücudu ?imdiki insanlara telkin etmek ciddi zarar verir.” denilerek ço?u insan?m?z?n maddede bo?uldu?u, sebeplere gere?inden çok fazla önem verdi?i bu gaflet zaman?nda bu me?rebi insanlara telkin etmenin ters sonuçlar verece?ine ?öylece dikkat çekilir:

O me?rep, daire-i esbaptan geçip, terk-i mâsiva s?rr?yla, mümkinattan alâkas?n? kesen ehass-? havass?n isti?rak-? mutlak hâletinde mazhar oldu?u salih bir me?rebdir. Bu me?rebi esbab içinde bo?ulanlar?n ve dünyaya a??k olanlar?n ve felsefe-i maddiye ile tabiata saplananlar?n nazar?na ilmî bir sûrette telkin etmek, tabiat ve maddede onlar? bo?durmakt?r ve hakikat-? ?slâmiyyeden uzakla?t?rmakt?r.”

Hani baz? ilâçlar vard?r, üzerine not dü?ülmü?tür; “Çocuklar?n ula?amayaca?? yerlerde muhafaza ediniz.” diye. Bu me?rep de öyle. ?art?, “ehass-? havas” yâni haslar?n has? olmak. Velâyetin en ileri derecelerinde bulunmak. Onlara da her zaman tavsiye edilmiyor.; sadece isti?rak-? mutlak hâlinde geçerli. Yâni tevhit denizinde tam gark olup, o deryada bo?ulup, Allah’tan gayr? ne varsa hepsinden alâkay? kestikleri zaman “lâ mevcude illâ hu” diyebiliyorlar.

?lk cümlede o mümtaz zevat? pervas?zca tenkide cür’et edenlere hadleri bildiriyor: Ehass-? havas?n mazhar oldu?u salih bir me?rep” ifadesiyle…

Elimize bir meyveyi dü?ünelim. Bu meyve halk (yaratma) fiiliyle var olmu? ve onda Hâl?k ismi tecelli etmi?tir. Bu fiil ve bu tecelli olmasa o meyve vücuda gelemez. ??te bizim ilmen, fikren dü?ündü?ümüz bu mânây? o mümtaz zâtlar hissederler, ya?arlar, o hâl ile hallenirler ve cezbe hâlinde o meyvenin yoklu?una hükmederler. ?sti?rak hâlinden ç?k?nca meyvelerini âfiyetle yer ve Rezzâk olan Allah’a ?ükrederler. ?sti?rak hâlinde ?ükür de yoktur. Zira, ne meyve vard?r ne insan.

Nur Külliyat?nda bu me?rebin “salih” oldu?u, mensuplar?n?n da ehass-? havas olduklar? zikredilmekle birlikte, bu me?rebin zannedildi?i gibi en ileri bir hakikat yolu olmad???na da bilhassa dikkat çekilir. “Hulefa-i râ?idinden ve eimme-i müçtehidinden ve selef-i sâlihînin büyüklerinden o me?reb sarihen görünmüyor.” denilerek bu me?rebin hususî kald???, umuma mâl olamad??? vurgulan?r.

Ne sahabeler, ne mezhep imamlar?, ne de as?rlar?na yön vermekle vazifeli, ?mam-? Gazalî, ?mam-? Rabbanî, Abdulkadir-i Geylânî gibi mümtaz zâtlar böyle bir yolda gitmi?lerdir. Onlar bütün gayretlerini nübüvvet vazifesi dedi?imiz, insanlar? ir?at etme, ikaz etme, hakk? sevdirme, bât?ldan nefret ettirmede merkezle?tirmi?lerdir. Bu kutsî vazife ise isti?rak de?il, sahv yâni uyan?kl?k hâlinde icra edilebilir. Nitekim, Muhyiddin-i Arabî de “Bizim mertebemize ç?kmayan kitab?m?z? okumas?n.” buyurmakla, me?rebinin hususî kald???n? beyan etmi? bulunuyor.

Nur Külliyat?nda dikkat çekilen önemli bir nokta da, bu me?rebe giren bir velînin sadece Allah’a imanda terakki etti?i, buna kar??l?k di?er iman rükünlerini dü?ünmemekle yahut hayal saymakla onlardan gereken feyzi alamad???d?r. ?sti?rak hâlinde söylenen “lâ mevcude illâ hu” sözünün uyan?k halde söylense di?er be? iman rüknünün dikkate al?nmamas? sonucu do?ar.

Öte yandan, bu me?rebi uyan?k halde iddia etmek, Cenâb-? Hakk’?n isimlerinin tecellilerini hayal ve vehim derecesine indirmek gibi büyük bir cinayettir. R?z?k hayal olunca Cenâb-? Hakk’?n rezzakiyeti de, hâ?â, hakiki olmayacakt?r. Mahlûkata hayal dediniz mi Allah’?n yarat?c?l??? da hayalî olur. Hayâlî ?eyleri yaratmak için sonsuz bir kudret, irade gerekmeyece?inden bütün ilâhî s?fatlar?n ulviyetleri de gizlenecektir. Sadece Allah’?n zât?na nazar edilmekle, s?fatlara, fiillere, isimlere ve onlar?n tecelli etti?i olan mahlûkata bak?lmayacakt?r. Bunun ise velâyette yüksek bir me?rep olmayaca?? aç?kt?r.

 

Prof. Dr. Alaaddin Ba?ar

Publiziert in der Ayasofya 37, 2011