Osmanlı’da (Kaliteli) Yaşam Tarzı (Sağlık, Beslenme, Sanat/Müzik, Spor)

Osmanlı’da (Kaliteli) Yaşam Tarzı (Sağlık, Beslenme, Sanat/Müzik, Spor)

Günümüz insanı, modern zamanın getirdiği stresten bıkmış ve yorulmuş, “kaliteli bir yaşam” felsefesi arayışında. Bir “yaşam ahengi” eksikliği de diyebiliriz buna. Farkında olmadan tüketim sisteminin kölesine dönüşmüştür insanlık: Huzur, mutluluk, bereket yerine daha fazla konfor, para, mal/mülk peşinde.

O kadar uğraşa ve çabalamaya rağmen “kaliteli hayat” bir hayal kırıklığından öteye gitmiyor günümüzde. Modern zamanda belki de bir ütopyadır (Gerçekleştirilmesi imkânsız tasarı veya düşünce.) bu. Ulaşılmaz bir dünyanın kapısında mı çırpınıyoruz?

Modern dünyada “Life Style”, “Wellness” gibi kelimeler karşımıza çıkıyor. Peki, bizim kültür ve medeniyet dünyamızda bu kavramlar bir karşılık bulabiliyor mu? Yoga, Feng Shui… gibi (belki de anlamını dahi bilmediğimiz) başka kültürlerin felsefelerine merak sardık. Aslında kendi kendimize yabancılaşmışız da haberimiz yok.

Gelin geçmişte atalarımız nasıl yaşamış beraber bakalım. Sağlık, beslenme, sanat/müzik, spor gibi alanlar Türk-İslam medeniyetinde (özellikle de Osmanlı´da) nasıl bir bütünlük oluşturmuş görelim. (Zamanı geri alıp o dönemdeki gibi yaşayalım demiyorum, yanlış anlaşılmasın. Sadece elimizdekinin, sahip olduğumuz değerlerin, değerini bilelim yeter.)

Beslenme

Türk-İslam kültüründe sağlık ve beslenme adabına baktığımızda efendimizin etkisini ve örnek davranışlarını görüyoruz.

  • “Her hastalığın sebebi tokluktur”,
  • “Lokmaları ağzınıza göre alınız ve iyice çiğnedikten sonra yutunuz”,
  • “Yemeğin bereketi hem yemekten önce hem de yemekten sonra el ve ağzı yıkamaktır”,
  • “İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter. Bunu yapamıyorsa midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de havaya ayırsın“.

Bunun gibi pek çok hadis-i şerif günümüz hekimlerinin üzerinde durdukları önerilerdir. Fakat “Medine sofraları” ile günümüz sofraları arasında ne yazık ki pekte benzerlik kalmadı.

Açlıktan karnına taş bağlayan Peygamber’in (sav) doymayan ümmetiyiz. Yapılan araştırmalara baktığımızda ne kadar vahim bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz; araştırma sonuçlarına göre Türkiye’de obezite görülme oranı yüzde 44! (http://obezitearastirma.org/obezite-hakkinda/obezite-nedir).

Osmanlı döneminde insanların beslenmesi sünnete uygundu. O zamanlar atalarımızın yemekleri, geç kahvaltı ve erken akşam yemeği olmak üzere, iki ana öğünden oluşuyordu. Osmanlı’da sofraya (yemek masasına) sadece kaşık konulurdu çünkü yemekler “sulu” olurdu. Hazmı kolaylaştırıcı çorba eksik olmazdı. Hızlı değil (=fast food) hazlı beslenme tercih edilirdi. Yemek kültürümüzün bozulmasıyla hayat tarzımız da olumsuz yönde etkilenmiştir.

Sağlık

Osmanlı’ya bir şifa medeniyeti diyor büyüklerimiz. Bunun nedenine baktığımızda en önemli faktör, beslenme konusunda olduğu gibi ölçü “tıbb-ı Nebevi`ydi” (Peygamber tıbbı).

Osmanlı Devleti sağlık konusunda Avrupalı´lardan çok öndeydi. Batı hastalıkların ve vebaların tedavisinde şeytan çıkarma yöntemini kullanırken, Osmanlı medeniyetinin hekimleri günümüzde değeri yeni anlaşılan birçok tedavi yöntemi uyguladı. O dönemde hekimler, kişileri, hasta olmadan müdahale ederek korumuştur (koruyucu hekim). Birçok hastalık bitkisel tedaviyle iyileştiriliyordu.

“Osmanlı yaşam tarzında” sağlık denilince öne çıkan birkaç nokta:
(Bu saydıklarımız için ciltler dolusu kitaplar yazılabilir. Ancak, biz burada birkaç örnek olması  için kısaca değiniyoruz.)

  • Hamam ve banyo geleneği,
  • Yemek ve sofra düzeni/kültürü,
  • Giyim-kuşam (yazın keten, kışın kürk),
  • Uyku düzeni ve kültürü (örneğin “Kaylüle ve erken yatmak – erken kalkmak), („Kaylüle“ denen, Batı’nın Siesta dediği öğle saatindeki bir saatlik uyku gece uyunan 3-4 satlik uykuya bedeldir.)
  • Alternatif tıp yöntemleri (hacamat/kupa tedavisi, sülük),
  • Kahve ve çay kültürü…

Küçüklükten beri büyüklerimizden bir nasihat olarak duyduğumuz, Lokman Hekim’e ait olan söz, “Ayağını sıcak tut, başını serin; mideni hafif tut, düşünme derin” sağlıklı yaşamın ve huzurun adeta özetidir.

Sanat ve müzik

Atalarımız her alanda olduğu gibi sanata ve musikiye de kendi medeniyet mührünü vurmuş, geliştirmiş ve güzelleştirmiştir. Din ile sanat iç içedir. Mimari, edebiyat, minyatür, tezhip, kakmacılık, çinicilik, ciltçilik, hat, ebru, musiki… o dönemin güzel sanatlarının örneklerindendir.

Geçmişteki insanların bizden hiçte geri olmadığını, hatta sanat ve ince ruh konusunda bizden ileri olduklarını rahatlıkla görüyoruz. Bizlere miras kalan sanat eserleri, Türk-İslam medeniyetinin estetik anlayışını ortaya koymaktadır. Mimariden hat sanatına, şiirden musikiye kadar her alanda bir sanatsal bakış var.

  • Şeyh Hamdullah (İslam yazı sanatını zirveye taşıyan hattat),
  • Bâkî (Sultanüş Şuara/Şairler Sultanı),
  • Mimar Sinan (büyük yapı ustası),
  • Itrî  ve İsmail Dede Efendî (Türk mûsikisi bestekârları),
  • Şeyh Galip (divan edebiyatımızın son büyük şairi),
  • Evliya Çelebi (meşhur Türk yazar ve seyyahı)

Bu listeyi daha da uzatabiliriz ama sanırım siz ne demek istediğimi anladınız.

Osmanlı padişahları da devlet idaresi yanında mutlaka kültür ve sanat ile iç içe olmuşlardır. Kimi şair, kimi bestekâr, kimi ressam… Medeniyetin bir göstergesi sanat ve zanaata olan ilgi, verilen değerdir. Fatih Sultan Mehmet döneminde sarayda 500 den fazla değişik alanlarda sanatkârın görev yaptığı ve maaş aldığı bilinmektedir. 

Özet olarak, sanat ve estetiğin yansımaları toplumsal hayatın her alanında görülebilmektedir.

Spor

Spor, bir milletin kültüründen bağımsız düşünülemez. Diğer Türk devletlerinde olduğu gibi Osmanlı Devletinde de cirit, okçuluk, mızrak, avcılık, binicilik ve elbette güreş yaygındı ve sık sık müsabakalar yapılırdı. Fakat eklemekte fayda var; yapılan spor kuru kuruya değildi!

Atalarımız toplumun ruh ve beden sağlığını muhafaza etmek ve yetenekli gençleri yetiştirmek için çok sayıda mekân yapmış ve bunların verimliliğini artırmak için de tekke adı altında toplamıştır. Okçuların yetiştirildiği tekkelere (Tekke “dayanılacak yer” demektir; farsça) “okçular tekkesi”, güreşçilerin eğitildiği tekkelere ise “güreşçiler/pehlivan tekkesi” denmiştir.

Bu tekkelerin oluşturulmasının en önemli nedeni ise hem padişahların bu spor dallarını severek yapmaları, hem de bunları savaşa hazırlık olarak görmeleridir. İyi bir alp (yiğit, kahraman, asker) olabilmek için iyi güreş tutmak, ok atmak ve ata binmek gerekiyordu.

Milletimizin bu spor dallarında başarılı olması ve tercih etmesinde ki incelik takdire şayan. Hayatın birçok alanında olduğu gibi, örnek; yine O örnek insan. Peygamber Efendimiz’in (sav) yapılmasını teşvik ettiği spor dalları binicilik ve okçuluk gibi spor dallarıdır. Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınıza ok atmayı, ata binmeyi ve yüzmeyi öğretiniz.”

Kemankeşler (okçular) ok atarken, “Ya Hak” diye salâ verip oku fırlatırlardı. Abdestsiz ok atmazlardı. Yapılan spor da olsa bilinçli ve şuurlu bir şekilde yapılırdı. Nitekim okçular tekkesinde şu yazı yazılmıştır: “Ne heva, ne keman, ne kemankeş, ancak erdiren tiri menziline nida‘ yı Ya Hak”.

Sonuç

Neredeyse herkesin günlük hayatta kullandığı, fakat anlamını bilmedikleri kelimelerdendir “kaliteli yaşam tarzı”. Modern zamanda içi boş bir kelime olarak karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte, hatta yeni bir meslek dalı da türedi (“yaşam coachları”). Oysaki tarihte ecdadımızın yaşam biçimi; sanat-mûsikiden edebiyata, giyim-kuşama ve hatta yemeğe kadar uzanan geniş bir yelpazeydi. Örnek dâimâ efendimiz, çözüm peygamberi bir yaşam tarzıydı. Makalemizde tarihi açıdan, Osmanlı döneminde ki “yaşam tarzını” baz alarak değerlendirdik. Kadim bir kültür ve medeniyet geçmişimiz olmasına rağmen sahip olduğumuz değerlerin farkında olmadığımızı gördük. Onların yaşam biçimleri hakkında pek fazla bir şey bilmediğimizi tespit ettik.

Beyazıt Cankurtaran

Ayasofya No 61