En Büyük Düşman NEFİS mi Koronavirüs mü?
Malumunuz, Rahmet ve mağfiret ayı olan Ramazan ayına girmiş bulunuyoruz. Peygamber Efendimiz Aleyhissaltü vesselam:“Ramazan ayı girdiğinde cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur” (K.Sitte, Buhari Savm hadis no: 3113). Bu vesileyle herkesin sürekli dert yandığı ve düşman olarak gördüğü “nefs” kavramı üzerine yaptığım bu çalışmayı sizlerle paylaşmak istedim.
Yazıma konumuzun başındaki “Şeytanlar zincire vurulur” hadisine getirilen bir açıklamayla başlamak istiyorum: “Cenab-ı Hak Ramazan orucuyla, doğrudan doğruya rububiyet dava eden nefsin firavunluk damarını kırar, aciz olduğunu göstermekle de bir kul ve köle olduğunu bildirir.
Çünkü nefis Rabbini tanımak istemez, kendisi rablık dava eder. Ne kadar azap ve işkence çektirilse o damar onda kalır. İşte Ramazan orucu, doğrudan nefsin bu firavunluk cephesine darbe vurur kırar. Aciz, zaif ve fakir olduğunu bildirir” (Said Nursi, Mektubat, İstanbul, Söz Basım Yayın, s. 574).
Hadisin rivayetlerinde vardır ki:
Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: „Ben neyim, sen nesin?“
Nefis demiş: „Ben benim, Sen sensin.“
Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş:
„Ene ene, ente ente.“ Yani ben benim sen sensin. Hangi çeşit azâbı
vermiş, enâniyetten (benliğinden) vazgeçmemiş.
Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş:
„Men ene? Ve mâ ente?“ Yani sen kimsin ben kimim?
Nefis demiş: „Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim” (Hadis; El-Havbevî, Dürretüt’l-Vâizîn, s. 11). Böylece aciz bir kul ve köle olduğunu itiraf etmiş. Onun içindir ki Ramazanda nefis ve şeytanların elleri ve kolları bağlanmış oluyor, yani zincire vurulmuş oluyor.
Şeytan ve nefis; sürekli mü’minin gösterdiği ve göstereceği en küçük bir zaafını ve gevşekliğini pusuda bekleyen bir avcı köpeği gibi takib eder. Günümüzün en büyük tehlikesi olarak görülen ve herkesin korkulu rüyası haline gelen koronavirüs telaşı ve endişesi, herkesi hatta bütün dünyayı sarmış. Dünya ülkeleri bu tehlikeden korunmak ve kurtulmak için bütün güçleriyle çareler aramakta. Acaba insan; şu kısacık dünya hayatını tehdit eden ve gözle görülemeyecek kadar küçücük olan bu virüsten kurtulmak için bu kadar mücadele ederken, ebedi hayatını tehdit eden nefis virüsüne karşı ne kadar mücadele ediyor? Koronavirüsten korunmak için belirli bir sosyal mesafe koyarak korunmaya çalışırken, içimizde bulunan ve sürekli günah işlemeye çalışan nefsimizle ne kadar mesafeli dura biliyoruz?
“Nefs” kelimesi her dilde farklı şekillerde ifade edilmiştir. İngilizcde “nafs/soul”, Latince “anima”, Yunanca “psyche/pneuma” kelimelerine karşılık gelen ve çoğulu “enfüs” olarak ifade edilmiştir. Lügatte; “Bir şeyin kendisi, hakikati, mahiyeti, zatı, kendisiyle akledilen şey” (İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, thk. Haşim Hamid eş-Şazelî, Beyrut: Daru’s-Sadr, 1994, c. VI, s. 233-234) huy, karakter anlamlarına geldiği kimi zaman bir şeyin yapılmasını emreden kimi zaman da yapılmamasını emreden güç” (Zebîdî, Tacu’l-Ârus min Cevahiri’l-Kâmus, thk. Muhammed Tanahî, Beyrut: Daru’l-Fikr, 1976, c. XVI, s. 559-560) anlamlarında da kullanılmıştır
Ku’ran-ı Kerim’de; kötülüğü isteyen nefise, “Nefs-i Emmâre” (Yusuf Suresi, 12:53), kusurlarını görüp pişmanlık duyan ve kendisini kınayan ve tövbe eden nefse “Nefs-i Levvame” (Kıyame Suresi, 75:2), Allah’ın emirlerine uyup haramlardan kaçan ve salih amellerle iyiye yönelen nefse ise “Nefs-i Mutmainne” (Fecr Suresi, 75:27) denilmiştir. Bunların üçü de nefistir; terbiye edildiğinde, Allah’ın kendisinden razı ve hoşnud olduğu ve “Cennette girmeyi hakettiği” (Fecr Suresi, 89: 27-30) bir nefis haline dönüşeceği ifade edilmiştir.
İnsan esas itibariyle nefisten ibaret olduğundan, “İnsan nedir?” sorusuna verilen cevaplar aynı zamanda, “Nefis nedir” sorusunun da cevabı sayılmıştır (Eş‘arî, II, 25; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, V, 640-648). İmam-ı Gazzâlî ise “Nefsin mânevî bir cevher olduğunu” savunmuştur.
Bediüzzamana göre, nefis ıslah edilerek hayra ve iyiye yönlendirilebilir: “İnsan bir çekirdeğe benzer. Eğer o çekirdeği İslâmiyet suyu ile, imânın ziyâsıyla, ubûdiyet toprağı altında terbiye ederek evâmir-i Kur’âniyeyi imtisâl edip, cihazât-ı mâneviyesini hakiki gàyelerine tevcih etse, âlem-i misâl ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennette hadsiz kemâlât ve nimetlere medâr olacak bir şecere-i bâkiyenin mübârek ve münevver bir meyvesi olacaktır (Said Nursi, Sözler, İstanbul, Söz Basım Yayın, s. 432).
Tasavvufta nefis denilince, şer ve günahın kaynağı olan, “kötü huy ve süflî arzuların tamamı” anlamına gelen ve kötülüğü emreden (Yûsuf, 12/53) nefis anlaşılır; bu bağlamda, “Sana gelen iyilik Allah’tan, başına gelen kötülük ise nefsindendir” âyetiyle (en-Nisâ, 4/79) ve “Allahım! Nefislerimizin şerrinden sana sığınırız” (Dârimî, “Nikâḥ”, 20; İbn Mâce, “Nikâḥ”, 19; Nesâî, “Cumʿa”, 24) “Allahım! Nefsimizin şerrinden sana sığınırım” (İbn Mâce, “Ṭıb”, 36; Tirmizî, “Daʿavât”, 14) gibi hadislere sıkça atıf yapılır. Kötülük sebebi olması bakımından şeytanın iş birlikçisi sayılan nefis insanın içindeki en büyük düşman olduğundan, (Muhâsibî, er-Riʿâye, s. 384-385) “Allahım! Bir an bile beni nefsimle baş başa bırakma!” diye dua edilir.
İlk âbid ve zâhidler; “en büyük düşmanın nefsindir” hadisine (Aclûnî, I, 143) dayanarak bu düşmana karşı savaş açmışlar, buna da “cihâd-ı ekber” en büyük savaş adını vermişler. Onlara göre nefis şeytandan daha tehlikelidir. Çünkü şeytan çok defa nefsi alet ederek insana günah işletir. Onun için Kur’an’da, “Nefislerinizi temize çıkarmayın” buyrulmuştur (En-Necm 53/32; Süleyman Uludağ İslâm Ansiklopedisi cild, 29, s. 24-25).
Bediüzzaman; “Ey mağrur, mütekebbir, mütemerrid nefis! Sen öyle bir zâfiyet, acz, fakirlik, miskinlik gibi hallere mahalsin ki, ciğerine yapışan ve çok defa büyülttükten sonra ancak görülebilen bir mikroba mukavemet edemezsin; seni yere serer, öldürür” (Said Nursi, Mesnevî-i Nuriye, İstanbul, Söz Basım Yayın s. 114) diyerek, nefsin ne kadar aciz ve zaif olduğunu ifade eder.
Tasavvuf ehline göre nefis insanın putudur; “Hevâsını (nefsânî arzularını) tanrı edinen kimseyi görmedin mi?” (el-Câsiye 45/23) âyetinde bu husus ifade edilmiştir. Hakk’a ermek için nefis putunu kırmak gerekir. Nefis kendini beğenir, kendine tapar, kendine hayrandır, bencildir, şımarıktır, kibirlidir. Nefsin tabiatında yırtıcılık, vahşilik, hayvanlık, şeytanlık ve tanrılık vardır. Nefisteki düşmanlığın, saldırganlığın kaynağı yırtıcılık, oburluğun ve hırsın kaynağı hayvanlık, hilekârlığın ve kurnazlığın kaynağı şeytanlık, büyüklenme ve her şeye tek başına hükmetme arzusunun kaynağı tanrılıktır. Bu dört nitelik sırasıyla köpeğe, domuza, şeytana ve bilge kişiye tekabül eder. Nefis, içinde bunların tamamını barındırır (Süleyman Uludağ TDV İslam İslâm Ansiklopedisi cild, 29, s. 24-25).
Nefsini beğenen ve nefsine itimad eden, bedbahttır. Nefsinin ayıbını gören, bahtiyardır. Nefis terbiyesi öncelikle merkezden yani insanın kendi iç âleminden başlar. Bu nefisle mücahedenin en önemli, en çetin ve zor kısmıdır. İnsan, küçük âlemindeki büyük cihad olan nefsi ile başarı sağlayamazsa aile, mahalle, şehir ve ülke gibi diğer dairelerde de başarı sağlayamaz. Çünkü Peygamber efendimiz başta olmak üzere bütün peygamberler ve onları taki beden büyük insanlar ıslahat hareketini önce nefislerinden başlatmışlar.
Peygamber Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm : „Allah bir topluluk için hayır murad ettiğinde, onlara nefislerinin ayıplarını gösterir“ (El Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:81) buyurmuş.
Sonuç olarak:
İslâm ahlâk anlayışına göre, insanoğlu içinde kendisine kötülüğü fısıldayan şeytânî sesi ve buna kanmaya meyilli nefsinin arzu ve isteklerini tamamen yok edemese de onları sağlıklı tefekkür ve sağlam bir iradeyle kontrol altına alabilir. Kötülüğü emreden sese değil de, bozulmamış vicdanının sesine kulak veren ve tercihini o yönde kullanan kişi dünyadaki imtihanı başarıp ahireti kazanabilir. Nitekim insana böyle bir özellik verilmesinin nedeni, imtihan ediliyor olmasıdır. Bu özellik verilmeseydi bir imtihandan da söz edilemezdi.
Zira mahlûkatın en şereflisi olarak yaratılmak ve böyle bir sınavla baş başa bırakılmak bile büyük bir onurdur. Dolayısıyla insanoğlu nefsinin arzularına göre değil de, Rahman’ın emirlerine göre hareket ettiğinde meleklerden daha üstün bir konuma yükselme imkânına sahip olabilir.
Şu halde, insan ruhunu ve bedenini nefs-i emmarenin zararlarından kurtarmak için ona karşı mücadele etmekle ve korunmakla sorumlu kılınmıştır. Korunmanın anahtarı aczini anlamk ve Allah’a sığınmaktır.
“İlahî! Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten lil-Âlemîn olan Habib’in senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekva değil, belki nefsimi ve halimi sana şekva ediyorum.” demeli
“Ey Allah’ım, göz açıp kapayıncaya kadar, hatta ondan daha kısa bir süre. beni nefsimin eline bırakma!” (Ebu Davud, Edeb, 100-101) diyen Resulullah (a.s.m.) ın duasını rehber edinmeli.
“Nefsini itham eden, suçlayan, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, tevbe istiğfar eder. Tevbe istiğfar eden, Allah’a sığınır. Allah’a sığınan, şeytanın şerrinden kurtulur. (Nisâ Sûresi, 4:110.) ayetine kulak verilmeli.
Ya Rabbi! İsm-i Azam, Furkan-ı Hâkim ve Resul-i Ekre aleyhissalatü vesselam hürmetine Bizleri nefis ve şeytanın şerrinden ve kabir azabından ve cehennem ateşinden muhafaza eyle ve Cennetü’l Firdevste mes’ut kıl. Âmin, âmin, âmin!..
Mehmet Evren
Ayasofya No. 63