Kur’an’da ahiret nasıl ispat ediliyor?

Kur’an’da ahiret nasıl ispat ediliyor?

(Bu makale Ayasofya Makale Yarismasinda 1. Secildi)

Ahiret akidesi zaman-ı ademden bugüne kadar tartışılmış ve bir çok şüphelerle karşı karşıya kalmıştır. Fakat Kur’an ahirete kesin bir şekilde inanmanın mümkün olduğunu söylemekte (Bakara, 2/4) ve delillerle ispat etmektedir (Rum, 30/50).

Hz. Muhammed (s.a.v) bir gün herkesin öleceğini ve öldükten sonra dirileceğini haber vermiştir. Übeyy b. Halef eline çürümüş kemik alıp elinde ufalamış ve tozunu da Hz. Muhammed’in (s.a.v) önüne atmıştı. Bunları tekrar kim diriltecek?” diye sorması üzerine (İbn Hişam, es-Sîre, I, 387; Belâzurî, Ensabu’l-Eşraf, I, 137;  Ebu’l-Fidâ, III, 581) şu ayetler nazil olmuştur: “İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi? Şimdi o açıktan açığa bize düşman kesiliyor. Kendi yaratılışını unutup bize örnek getirmeye kalkışıyor ve ‘Şu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?’ diyor. De ki, kim onları ilk başta yaratmış ise o diriltecek. O yaratmanın her türlüsünü bilir” (Yasin, 36/77-79).

1927 senesinde Resimli ay mecmuası propaganda niyetiyle kapağına insan iskeleti basıp adeta Hz. Muhammed (s.a.v) zamanında Übeyy b. Halef gibi şu çürümüş kemikleri kim diriltecek demeye çalışıyordu (Bkz. Ahmet Özkılınç, Akrebin Kıskacında. Öfke ve teslimiyet çıkmazı karşısında Bediüzzaman‘ın üçüncü yolu, Nesil Yayınları, İstanbul, 2011, S. 36-37). İşte daha nice propagandanın eşliğinde Bediüzzaman Said Nursi ahiret akidesini Kur’an’ın metoduyla ispat etmiş ve Onuncu Sözü yazmıştır.

Onuncu Sözün hakikatleri üç şeyi birden ispat eder. Allah‘ın zatını, isimlerini ve sıfatlarını ve sonunda da ahiretin varlığını o isim ve sıfatlar vasıtasıyla ispat etmektedir (Bkz. Mary Weid, Bediüzzaman Said Nursi Entelektüel Biyografisi, Nesil Yayınları, İstanbul, 2011, S. 293). Yani ilk önce sanattan hareketle sanatkarı ispat eder. Dumanın ateşe işaret etmesi gibi. Buna burhan-ı inni diyoruz. Sonra da sanatkarın varlığını ahiretin varlığına bağlar. Ateşin olması dumanı iktiza ettiği gibi. Buna da burhan-ı limmi diyoruz (Bkz. Bediüzzaman Said Nursi, İşaratü‘l-İ‘caz, Söz Matbaacılık Yayıncılık, İstanbul, 2012, S. 197).

Bu metod Kur’an’ın metodudur. Rum suresinde: “Şimdi bak Allah‘ın rahmet eserlerine; yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de böyle diriltecektir. O, her şeye hakkıyla kadirdir” (Rum, 30/50) buyurulmaktadır. İlk önce eserler nazara verilir. Eserlerin fiilsiz meydana gelmesi muhal olduğundan o eserin hangi fiil ile meydana geldiği anlatılır. Ordan da ahiret ispat edilir. Eser bu durumda yerzüzüdür. Bu yeryüzünün yeşermesi hayat verme fiiline bağlıdır. Yoksa ölü kalır ve hiç bir şey meydana gelmezdi. Madem hayat verme fiili mevcut ve Allah isminde Allah’ın bütün isimleri toplanmış (Bkz. Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Söz Matbaacılık Yayıncılık, İstanbul, 2012, S. 306), öyle ise ışık nasıl güneşi gösteriyorsa, bu hayat verme fiili Muhyi (Hayat veren Allah) olan zatı gösterir. Madem Muhyi Allah isminde toplanmış, bu fiilin sahibi Allah’tır. Her sene bunca ölmüş bitkiye hayat veren, insanlara tekrar hayat vermekten aciz kalamaz denilerek ahiret de ispat edilir. Böylece Allah, gösterdiği fiiller ile bizleri ahirete sevk edeceğini göstermektedir.

Bu ayette Muhyi ismiyle ahiret ispat edilmiş ve metodu bizlere öğretilmiştir. Said Nursi bu metodu diğer isimlerle uygular ve ahireti bu ayetin metoduyla ispat eder. Onuncu Sözün her hakikatinde bu metod uygulanır ve üçüncü hakikatinde Hakim (Sonsuz hikmet sahibi Allah) ve Adil (Sonsuz adalet sahibi Allah) isimleri işlenir.

Said Nursi, Hakim ismini işlerken hikmeti üç şubeye ayırır. Bunlar maslahat (fayda), intizam (düzen) ve hüsn-ü sanattır (sanattaki güzellik). Bu üçünü ispat etmektedir. Faydaları ispat ederken insanda her bir organın, kemiğin, damarların ve hücrelerin bir gayesi olduğunu delil olarak gösterir ve ayetteki gibi ilk olarak eseri göstermiş olur. Bu eserinde hikmetli bir fiile dayandığını açıklar. Hikmetin ikinci şubesinde intizam delilini nazara verirken küçücük bir çekirdeğin içindeki programın bile hikmetle tasarlanmış olduğunu ve böylece küçücük çekirdeğin bile boş olmadığını söyler. Çekirdekteki gayenin tezahür etmesi için içindeki programın düzenle yazılması gerekir, yoksa o çekirdek boşa gider. Hüsn-ü sanatın ispatı için insanın maneviyatını ortaya koymaktadır. İnsanın binlerce duygularını nazara verir ve Allah’ın bütün isimlerini yansıttığını söyler. Yani insan adeta çekirdek özelliğini taşımaktadır. Nasıl küçücük çekirdek, ağacın bütün programını barındırıyor, aynen öyle de insan da kainatta cereyan eden bütün esmalar mevcut. Mesela Allah mide vermiş ama aynı zamanda da ruhunda açlık duygusunu derç etmiş ki uyumlu olsun ve hikmetli olsun, yoksa o mide vazifesini göremeyecekti. Böylece insanı Rezzak (Rızık veren Allah) ismine güzel bir ayna yapmıştır ve rahmet hazinelerini keşfetmek için hikmetli cihazlar vermiştir (Bkz. Alaaddin Başar, Sözlerden Dersler Onuncu Söz, Zafer Yayınları, İstanbul, 2015, S. 73). Böylece de insandaki o güzel sanat esma-i ilahiye cihetiyle tezahür ediyor.

Sonuç olarak Allah’ın yarattığı her bir eserde bir gaye gözetilmiş, o gayenin tezahürü için bir düzen gözetilmiş ve o gaye ve düzenin manası olsun diye de her eserde hüsn-ü sanat derç edilmiştir. Bir masa düşünelim. Masanın gayesi üzerine bir şeyler koymaktır. Bunun için ama masanın düzeni olması gerekir. Ayakları, vidaları gibi. Sonra ama o masa güzelce işlenmesi gerekir ki o marangozun sanatına bakar. Ancak o zaman masanın gayesi gerçekleşmiş olur. İşte maslahat, intizam ve hüsn-ü sanat birbirinden asla ayrılmazlar. Böylece Hakim isminin hikmetli tecellileri üç şubeye ayrılarak ispatlanır. Eseri gösterip onda cereyan eden fiili gösterir ve ışık güneşi gösterdiği gibi, bu hikmetli fiiller Hakim olan zatı gösterir. Hakim olan ise ancak Allah’tır.

Eser ve fiili gösterdikten sonra, o fiilden, aynı ayetteki gibi, ahireti ispat eder. Yani diyor ki, Allah madem her şeyi hikmetli yaratıyor ve madem insan maddi ve manevi olarak çok değerlidir. Bu mademler içindir ki insan asla yok olarak adeta vazifesiz, boş ve gayesiz bir şekilde ölemez. Madem yokluğa gitmek her şeyi boş yapar ama hiçbir şey boş değil ve madem insan çekirdek mahiyetindedir, öyle ise insan asla yokluğa gidemez ve insan iyiliklerine mükafat ve kötülüklerine ceza görecek ki hikmete uygun olsun. Bunun için de cennet ve cehennem şarttır (Bkz. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Söz Matbaacılık Yayıncılık, İstanbul, 2012, S. 104-106).

İşte böylece Said Nursi, ayetin metoduyla ilk önce eserleri gösterir, ardından eserin meydana gelmesi için gerçeklesen fiili nazara verir, akabinde ahireti ispat eder. Onuncu Sözde daha birçok isim metodu bize gösterilerek işlenmekte ve diğer isimler bizim tefekkür dünyamıza havale edilmektedir.

Muhammed Emre Erdem

Ayasofya No. 63

Dies könnte Sie interessieren

Der Tod: Freund oder Feind ?

Der Tod: Freund oder Feind ? Die exegetische Auslegung des Todes nach Nursi (Dieser Aufsatz …