Cünkü ölüm ölmüyor

Cünkü ölüm ölmüyor

„Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de
şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.”
(Enbiyâ Sûresi / 35)
18.09.2017 / Bu gece çok huzursuz uyudum. İçimde adını
koyamadığım bir sıkıntı ve tarif edemediğim hisler vardı. Bir
şeylerin olacağını sezer gibiydim; çünkü bugüne kadar yaşadıklarıma
göre bu hislerin ardından ölüm haberi geliyordu
hep. Ömrümün son beş senesinde sayısını unuttuğum nice
cenazeye şahit oldum. Ya kendi yakınlarımı kaybettim, ya da
yakınlarını kaybedenlerin yanında bulunup acılarına ortak
olmaya çalıştım. Velhâsıl ölüm ile tanıştım, ateşin düştüğü yeri
yaktığını öğrendim zamanla… Ölüm, aramızdan birisini alıyor
almasına ama açılan boşluğu da tecrübelerle dolduruyor.
Bu tecrübeler kişiliğimize, düşüncelerimize ve duruşumuza
yansıyor zamanla. Olgunlaşıyoruz…
Gün içinde iki kişinin cenaze haberi yüklendi omuzlarıma.
Birisi aile dostlarımızdan bir amca, diğeri de bizzat tanımadığım
ama arkadaşlarımın arkadaşı olan ve görmekten bildiğim
bir kardeşimiz. Hiçkimse ölümü yakıştırmaz sevdiğine ve
Cemal Süreya‘nın da dediği gibi: ‚Her ölüm erken ölümdür…‘
Her ölen yarım kalmışlıklarıyla anılır. Hayatın kargaşasında
yapılacakların listesi yapa yapa bitmez… Daha şunu yapacaktı,
şu hayali vardı diye anılır adı feryatlar eşliğinde duâların gölgesinde.
Her ölüm haberi yüreğimi sarsar; çünkü aile bireylerinin
neler hissettiklerini ve yaşadıklarını az çok bilirim. Uçurumun
kenarından itilir gibi çaresizliğin dibine doğru düşmek ama
bir türlü varamamak. En nihayetinde kabullenişin, çaresizliği
kucakladığı anda başlar olgunlaşmanın ilk evresi.
Vefaat eden kızı düşündüm… Yaş olarak kâh benden büyük,
kâh benden küçük… Haberi geldi, hastalığı varmış ama
hiçkimseye söylememiş. Şaştım kaldım… Ben şuursuzca on
sene sonra yapmak istediğim projelerin hayallerini kurarken,
çevremden benim yaşlarımda bir kız son günlerinin olduğunu
bile bile yaşadı belki de. İçinde ukde kalan hayallerini
gerçekleştirmek istedi belki, belki de sevdikleriyle doyasıya
vakit geçirmek… Sessizce vedalaştı tüm sevdiklerinden, yaşadıklarından
ve yaşayamadıklarından. Ve gençliğinin ilk baharındayken
yazın son günlerinde sonbahar havasında soğuk
bir kış günü gibi bir matem havası bırakarak yarım kalmışlıklarıyla
yumdu gözlerini sonsuzluğa…

‚Hayat çok kısa!‘ diye sitem ediyoruz hep. Ya eğlenirken ya da
hüzünlüyken. Ne sevincimizi sığdırabiliyoruz bu hayata ne de
üzüntümüzü. Ölüm geldiğinde ‚Hayat çok kısa!‘ diyoruz birkaç
defa ve sonra yine bu şuurumuzu kaybediyoruz. İnanın bana,
‚Hayat çok kısa‘ dememizle ölümü unutmamızın arasındaki
zaman, hayattan daha da kısa… Kısa olan hayat değil/di aslında,
kısa olan ara sıra yerine gelen bilincimiz/di…
Yaşamın da ölümün de bilincinde olmak, asıl mesele bu.
Dünyadaki bütün insanların, ırkı, milleti, cinsiyeti, kültürü,
rengi, dini, siyasi görüşü vb. ne olursa olsun, hemfikir olduğu
tek şey ölümdür. Ölümü hiçkimse inkar etmez. Ölüm evrenseldir
ve herkes bir gün öleceğini bilerek hiçbir zaman ölmeyecekmiş
gibi yaşar. Heyhât uyan/ın; çünkü ölüm ölmüyor!
Senai Demirci ‚Öldüğüm Gün‘ adlı romanında ölüm hakkında
şu satırları yazıyor: ‚Başkalarının ölümü kendi ölümümüzü
kolaylaştırıyor. Tanık olduğumuz ölümler, ölüm ile aramızda
var olduğunu sandığımız engelleri kaldırıyor. Ömrümüzden
çekilen her insan, hayat binamızdan bir tuğla düşürüyor. Sona
yaklaştığımızı fısıldıyor. Yaklaştırırken de alıştırıyor.‘
Giden dönmüyor, acı da geçmiyor. Alışıyorsun sadece. Yarım
kalan da yarım kalmışlığı ile anlamlanıyor.
Ölümün gerekliliği ve güzel olup olmadığı insanlar tarafından
saatlerce oturulup tartışılabilir. Fakat bana göre bu konu ile
ilgili en güzel ve en mantıklı cevabı güçlü kalemiyle büyük
üstat Necip Fazıl Kısakürek 1977 senesinde iki satıra sığdırmış:
“Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber… Hiç güzel
olmasaydı ölür müydü Peygamber?..” Başka söze ne hacet!
Yarım kalmışlıklarıyla gençliğinin baharında aramızdan ayrılan
bütün yaşıtlarıma ithafen… Allah‘tan ölenlere rahmet ve
mağfiret, geride kalan ailelerine ve sevdiklerine de sabır, güç
ve kuvvet diliyorum. Günün birinde yine yeniden Cennette
kucaklaşmanız duâmla…
Gece boyunca içimdeki huzursuzluğun rengi belirdi sonunda.
Meğer bizim buralara Azrail gelmiş!
Büyüklüğü ve ihtişamıyla sığamamış da sokaklara,
taşmış, taşmış ve benim göğsüme doluvermiş…

SEDA KARABACAK

Ayasofya Nr. 59