Nihat Bey, çok yoğun vaktiniz arasında bizlere de yer verdiğiniz için öncelikle çok teşekkür ediyoruz. Fazla vakit kaybetmeden hemen konuya girmek istiyoruz. Biraz gurbetçileri konuşalım. 60’lı senelerde Anadolu’nun dört bir yanından gurbetçilerimiz Almanya’ya ve Avrupa’ya gelmişler. Sizin gözünüzle gurbetçileri ve Anadolu insanını biraz tarif eder misiniz?
Anadolu insanı sadece ekmeğinin derdinde. Onlar tertemiz Müslümanlar. Eşitlik peşindeler. Şu toprağa, şu ekmeğe, şu ırmağa bağlılar. Onun için, her şeyden umudum kesilir, Anadolu toprağından umudum kesilmez. Benim umudumu Kars’tan kimse kesemez, Diyarbakır’dan kimse kesemez, Toros’tan, Kazdağı’ndan kimse kesemez. Bu topraklardan umudu kimse kesemez… Kalbinin içinde bir şey varsa, onu beklet. Yoksul, aç, sahipsiz, dışlanmış… Sana her kötülüğü yapabilirler. Ama sen sabırla bekleyeceksin. Bu ülkenin çocukları sabırla beklesinler. Güzel bilgisayar mühendisleri olsunlar, yazarlıkları güzel olsun, sosyologlukları güzel olsun. Ve bir kenarda beklesinler. Bir gün halkımız, o temiz ağızları arayacaktır. Ahlakla, erdemle, faziletle mücadele eden çocuklarını arayacaktır. İki şeyden ümidimi kesmem. 1. Allah’tan 2. Anadolu’dan.
Son yıllarda Almanya’da özellikle entegrasyon, uyum gibi kavramlar konuşulmaya başlandı. Türkler ve genel olarak Müslümanlar bir takım çevrelerin odak noktası haline geldi. Medya İslam’a karşı sert tutumunu devam ettirirken, bazı siyasetçiler uyum ve açılım politikaları geliştirdiler. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açılım tartışmaları Türkiye’de yaşandı. O zaman da dedik: En güzel açılım dua’dır. Dua bir açılım değil mi? Dua, niyaz, zikir, ‘Allahu Ekber’ gibi tespihler yoksa, açılım nasıl olacak? Bunlar açılım değil mi? Allah bu kelimelerle, bu dualarla insanları zaten açmış. Açmış işte kardeşim. Yeri ve göğü yaratan hepimizi kardeş yapmış. Allah bu kelimelerle hepimizi karıştırmış. Bu dualarla karıştık biz. Allah’a dua ede ede karıştık. Ne kadar da güzel oldu. Onun için gurbette açılımlardan bahsedenlere bakın: Dini var mı? Allah’ı var mı? Kardeşliği var mı? Yok. Yok kardeşim. Tabi laf olarak var. Ama ciğerden var mı? Yürekten var mı? Böyle durumlarda kendimizi ancak ‘Allah’ım sen büyüksün’ diye sakinleştirmek lazım. Çünkü bizim tek duamız Allah’a sığınmaktır. Açılım bu, bundan büyük açılım mı olur?
Peki Nihat Bey, bu tür söylemlerin kaynağı ne sizce?
Kaynağı etnik ayrım. Başka ne olacak? Başımızdan geçen etnik felaketlere bakmamız gerekiyor. Çeçen kardeşlerimize bakın. Daha on sene içinde 600.000 kişi öldü. 600.000! Bosna’da ölenler. Etnik savaş değil mi? Daha bundan 100 yıl önce 4–5 milyon insan Rumeli’den öldürülerek çıkarıldı. Müslüman atamız ve dedemiz camilere doldurularak yakıldılar. Günlerce, nehir gibi, ırmak gibi, yağları aktı insanların. Bizim insanlarımızın. Sürgünler, ölümler. Biz bunları yaşadık.
Siyasetin odak noktası ne olmalı o zaman?
Din ve etnik siyaset yapılmaz. Yapılacak tek siyaset yurttaşlıktır. Dünya, sağıyla soluyla eşittir. Ayrım, gayrım demeden, yurttaşlar hukuk karşısında eşittir. Siyasette eşittir, imkânlarda eşittir. Siyasi partiler de bunu destekleyecek.
Son yıllarda ırkçılığın ve ırkçı partilerin yükselişte olduğunu görüyoruz. Bu gelişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Endişeyle izliyorum. Bosna’dan, Çeçenistan’dan, bu acılardan ders çıkarsınlar artık. Bu kadarda duygusuz bir ortam olmaz. Orta Afrika, Balkanlar, Orta Doğu. Neler olduğu ortada değil mi? İşte milyonlarca insan öldü. Niye? Irkçılıktan. Etnik siyasetten. Kültür olarak etnikler tabii ki vardır. Siyasi olarak etnik tarif yapılamaz. Bakın, Avrupa 1945’e geldiğinde tıkandı. Milyonlarca insan öldü. 50 milyon insan. Dünya’da emperyalizm işini kolaylaştırdı. Nasıl kolaylaştırdı? Gidiyor bir ülkeye etnik siyaset yapıyor. Bağdat’ta biri ölünce Sünni ve Şii diyor. Kerkük’te biri ölünce Türk ve Kürt diyor. Ondan sonra oralar karışsın, onlar da oradan malı götürsünler. Bu etnik siyaset yüzünden insanlar çıldırdı. En büyük korkuları haline geldi. Herkes eşit olacak. Yurttaşlıkta herkes eşittir. Tabii ki devlet farklı kültürleri, folklorları ve renkleri yaşatacak ve büyütecek. Ama siyasete getiremezsin. Sadece Çerkezlere ait 6 tane ülke var Kafkasya’da.
Acaba modernitede etnik siyasetin tarzı değişti diye, geçmişteki sonuçlar görmezden mi geliniyor?
Görülmeyecek gibi değil ki. Etrafınıza bakın, dünya tarihine bakın. Son 100 yıla, son 50 yıla, hadi son 30 yıla bakın. Etnik katliamlar ve soykırımlar. Bu felaketler yüzünden bölünmüş devletler, parçalanmış aileler. Onun için, herkes, ayrım-gayrım demeden, hukuk karşısında eşit olacak. Büyük, küçük, efendi yoktur. Siyasi partilerin gücü insanlara sahip çıkmaktır. Yoksullara, sahipsizlere sahip çıkmaktır. Etnik kavga ne yapıyor? Ayırıyor. Balkanlar, Kafkasya ve Avrupa’ya bakın. Harita dahi bulamıyoruz. Dünyada harita basamaz hâle geldik. İki dakikada bir harita değişiyor. Binlerce ırk birbirini yiyor. İnsanların coğrafyalarını hayvanat bahçelerine döndürdüler. Ayılar bu tarafta, tilkiler bu tarafta, diye. Ortadan bölünmüş şehir var. Şehir ortadan bölünür mü? Lefkoşa bölünmüş. Bosna bölünmüş. Kerkük bölünüyor. Bağdat bölünüyor. Peki biz niye insanız? Anlaşmak için. Kaynaşmak için. Bölüşmek için. Paylaşmak için. Kim olursa olsun. Bizim en üstün yeteneğimiz başkasıyla konuşmaktır. Başkasıyla arkadaş olmaktır. İnsanın en büyük özelliği budur. Ama şimdi ne yapıyorlar? Geliyorlar, ‘sen Rus’sun, bu tarafta dur’, ‘sen Bulgar’sın bu tarafta dur’ diyorlar. Böyle şey olur mu? Madem demir kafeslerde oturacaktık, mağara döneminde kalsaydık o zaman. Ama biz niye insanız? Biz tanışmak için insanız. Konuşmak için. Aile olmak için. Bir toplumun sosyal gücü budur. Uygarlığın gücü budur. İnsan herkese açık olmalı. Dünyanın her yerinden dostun olur. Sen ona kebabını anlatırsın, o sana pideni. Onun hastasına ağlarsın, cenazesine gidersin. Toplum böyle bir şeydir… Ayılar buraya, tilkiler buraya olur mu? Bu nedir? Bize hayvan gibi bakıyorlar. Bunlar birbirlerine sataşmasın, bunları ayrı ayrı kafeslere koyalım, diyorlar. Balkanlar’ı, Kafkasya’yı, Orta Doğu’yu ve Afrika’yı koydukları gibi.
Türk kültüründe bu etnik konusu nasıl algılanmış tarihte?
Bizim kültürümüzde böyle bir şey yok. Biz dünyada en çok karışmış bir milletiz. Herkesle en çok evlenmiş bir kültürden geliyoruz. Yoksa tarihimize yazık olur. Atalarımıza yazık olur. Biz Fatih Sultan Mehmed’e yatıp, kalkıp dua etmemiz gerekiyor. Bizi karıştırdığı için teşekkür edeceğiz. Bin çeşit kavimle karıştırdı bizi. Selahaddin Eyyubi’ye teşekkür edeceğiz. Bizi aile yaptılar.
Bu ırkçı ve etnik düşüncelere karşı bizim kültürümüzün cevabı nedir?
Hepsine Anadolu halkının çok sert bir cevabı var. Bugün Avrupa Medeniyeti’nin alabileceği bir ders çıktı Anadolu’dan. Etnik tartışmaları bizim milletimiz hiçbir zaman almadı, taşımadı, benimsemedi. Avrupa buradan kendine bir ders çıkarsın. Anadolu halkı hiçbir zaman kardeşliğini bozmadı. Buradan ne ders çıkacak? Avrupa Siyaset Bilimi ve Avrupa Hukuku bunu görsün. Bu kardeşlikten kendine pay çıkarsın. Yani insana bir kelebek türü gibi bakmaktan vazgeçsinler. Bitirsinler bunları. Başaramadılar ve başaramazlar da. Çünkü bu tarihin bir kültürü var. Bizim kültürümüz şiirle gelmiş, edebiyatla gelmiş. Fatihler, Kanuniler, Nasreddin Hocalar. Bütün bunlar bize bu kardeşliği getirdi, kardeşliği besledi. Allah bunu kaynaştırmış. İlahi bir aşkla kaynaşmış bu bir kere. Tarihe karşı gelemez kimse. Tarih ortada. 9. yüzyılda manevi ve tertemiz insanlar, evliyalar bu halkı kaynaştırdılar. 1000 senedir böyle gelmiş bu. Buradan Avrupa kendine ders çıkarsın. Herkes yurttaş olacak. Herkes eşit olacak. Bitti. Bu kadar… Bakın Amerika Irak’ta ve Afganistan’da Türk ordusunun Müslümanlara karşı el kaldırmasını istiyor. Türk ordusu Müslümana niye el kaldırsın, kardeşim? Türk ordusu Müslümana el kaldırdığı gün biter. Biter!
Müslümanların hangi ırktan, milletten olursa olsun, kaynaşmalarını neye bağlıyorsunuz?
Şimdi buna mozaik diyemeyiz. Mozaik anlatmaz bu durumu. Buna ancak Allah’ın nuru, Allah’ın ışığı diyebiliriz. Tabiatı yaratan Allah hepimize bu ışığı vermiş. Ben buna samimiyetle inanıyorum. Ne New York’lar, ne Londra’lar bizim kadar karışmadı. Zamanında ailem Paris’e gittiğinde ben gitmedim. Ben Batı’ya gitmem kardeşim. Ben Doğu’ya bakarım. İşte Anadolu. Kimse Anadolu kadar karışmadı, alıp vermedi. Hepimiz Allah’ın nuru değil miyiz? Bu dünyayı yaratan Allah’ın ışığı değil miyiz? Geldik gideceğiz hepimiz. Bizim soyumuz nur’dur, ışık’tır. Darwin kaynaşması değil bu. İki tane bezelye girdiler, tohumlar, birbirine benzediler. Böyle değil işte. Allah’ın nurudur bu kardeşliği getiren… Şimdi bu ışık çekildi içimizden. Artık ‘Nur’ diyen yok. ‘Işık’ diyen yok. ‘Allah’ın parçalarıyız’ diyen yok. Robot olduk hepimiz. Ve bizi etnik siyasetle bölmeye çalışıyorlar… Biz hiçbir yerin tarafı değiliz. Biz Allah’ın tarafıyız. Güzel olan neredeyse, biz oradayız. Eskimo güzelse, oradayız. Amerikalı güzelse, oradayız. Ve en güzeli de Anadolu’nun nazarı. Analarımızın nazarı. Dedelerimizin nazarı. Bize güzel bakmışlar. Fatih, Yunus, Kanuni nasıl bakmışsa, onlar da öyle bakmışlar. Hep dua etmişler. Duayla ve sevgiyle bakmışlar. ‘Allah korusun’, ‘Aman ya Rabbim’, ‘Ne güzel yarattın’ demişler. Bunlar bizim dualarımız. Biz birbirimize böyle baktık. Allah’ın duası da budur, nuru da budur.
Ama şimdi bizi, insanlığı, teknik bir robota dönüştürmeye çalışıyorlar. Birilerinin adamı hâline gelmeyelim. Böyle bir dünyayı ben kabullenemem. Ben kimsenin adamı değilim. Ben sadece Muhyiddin-i Arabî’lerin, Mevlânâ’ların adamı olabilirim. Biz bunlardanız. Hepimiz Allah’ın ışığıyız çünkü. Böyle bir dünyada gen, etnik, ‘zenci mi beyaz mı?’ tartışmaları olamaz. Bizim zekâmızla oynuyorlar. Müslümanlık sadece iman değil, yaratılışını bilmektir. İnsan nereden geliyor? Biz biliyoruz ki bizi Allah yarattı. Tabiat, böcekler, domatesler, çiçekler nereden geliyorsa, biz de oradan geliyoruz. Bunu bilmek insan olmaktır. Eşref-i mahlûk. Şereflenme budur işte. Bunu biliyoruz. Atanı, dedeni bildiğin gibi bu sonsuz âlemin özünü biliyorsun. Çünkü O sende saklı… Bunu bilmeyince ne oluyor dünya? İşte ortada. Bir takım soykırımlar. ‘Uzun burunlular bizden değil’, ‘Biraz esmerlerle kavga edelim’. Böyle bir şey olamaz. Allah’ın kitabını unutmaksa, işte budur unutmak. Allah’ımızı, kitabımızı unutturuyorlar.
Müslümanlar etnik köken tartışmalarını hak etmiyorlar. Ne yazmış Mevlânâ? Ne yazmış Yunus? Ne yazmış Muhyiddin-i Arabî? Bizim ölçülerimiz bunlar. Kavim kavgası yaptıramaz bize kimse. Ben böyle bir dünyaya inanmıyorum. Ben böyle ırklara, etniklere, genlere inanmıyorum. Hepimizi yaratarak ve en güzelini seçerek içimize koyarak yaratan bir Allah’a inanıyorum…
Ama şimdi bambaşka bir dünyayla karşı karşıyayız. İşte az önce söylediğim gibi hayvanat bahçesi gibi bölüyorlar hepimizi. Ben bölünmeye, hırlaşmaya gelmedim. İnsanlar birbirlerine en güzel jestleri yapmaya, en güzel hikâyeleri anlatmaya, yardımlaşmaya ve bölüşmeye geldiler. Bizi hayvanlaştıramazlar.
Niye böyle yapıyorlar emperyalistler, etnik siyasetçiler? Çünkü Allah’ın nurunu bilmiyorlar. Bunlar sonsuzluğu bilmiyorlar, Allah’ı bilmiyorlar. Ben bunlarla konuşamam. Çünkü bunlar herkese bir damga vuruyorlar: Türk, Alman, Arap. İlkokulu bitiremeyen annem bana bu kaynaşmayı öğretti. Bunlar bana Harvard’dan ayrımcılığı öğretmeye kalkıyorlar. Ben böyle bir dünyada yaşayamam. Ben hayvanat bahçesinde yaşayamam. Ay var, güneş var, mehtap var, toprak var. Benim şiirlerim ve ilahilerim var. Bunları bilmeden ben nasıl yaşarım? Benden her şeyi alabilirler ama ahlâkımı alamazlar. Allah’ımı, toprağımı tartışmam ben. Dinleyeceksek Mevlânâ’ları dinleyelim. Söyleyeceklerim bu kadar.
Nihat Bey, bu aydınlatıcı söyleşi için çok teşekkür ediyoruz.
Publiziert in der Ayasofya 35, 2011
Nihat Bey, bu ayd?nlat?c? söyle?i için çok te?ekkür ediyoruz.
Publiziert in der Ayasofya 35, 2011