AİLE İÇİ İLETİŞİMDE KUR’AN KISSALARI

AİLE İÇİ İLETİŞİMDE
KUR’AN KISSALARI

 

Kur’an kıssaları bize her konuda yol gösterdiği gibi aile münasebetlerinde
de ipuçları verir. Peygamberlerin, eşleri, evlatları
ve babaları ile olan irtibatlarını anlatan Kur’an kıssaları aile içi
iletişimin nasıl olması gerektiğini de gösterir.
Kur’an kıssaları bize her konuda yol gösterdiği gibi aile
münasebetlerinde de ipuçları verir. Peygamberlerin, eşleri,
evlatları ve babaları ile olan irtibatlarını anlatan Kur’an
kıssaları aile içi iletişimin nasıl olması gerektiğini de gösterir.
İnsanlık “ilk baba” ile adım atmış hayata. O da
cennette. Allah, evvela “Âdem Baba”yı yaratmış
insan olarak; ondan da eşi Havva Anamızı…
Cennet çile, ıstırap, dert yeri değil, ama “Âdem Baba”nın
çilesi cennette başlamış. İşe şeytan karışınca “yasak meyveden”
yiyivermiş. Asıl vatanından gurbete çıkmışlar. Dünyaya
gelmişler. Yıllarca tek başlarına dolaşmışlar yeryüzünde.
Kendisi dünyanın bir köşesinde, eşi dünyanın öbür köşesinde.
Sonunda Arafat’ta buluşmuşlar. İlk çocukları Habil ile
Kabil, “bir kız yüzünden” birbirine düşmüşler, Kabil Habil’i
öldürmüş.

 

Garip bir tecelli. Düşünebiliyor musunuz, Peygamber babanın,
ilk iki çocuğundan birisi katil, diğeri maktul oluyor. Kur’an
bu olayı anlatırken, Kabil’in öldürdüğü kardeşini nasıl defnedeceğini
bilemediğini, defin işlemini bir kargadan öğrendiğini
anlatıyor.
“Âdem Baba”nın çilesi bin küsur sene sürmüş. Cennette yaratılmış,
sonra dünyaya gönderilmiş. Cennete her şey önünde,
bolca, sonsuz bir şekilde bulunurken, burada çiftçilik yaparak
rızkını temin ediyor.
Kur’an bu kıssayı, herhalde çoluk çocuğunun geçimini temin
etmek için gece gündüz ter döken, çocuklarıyla imtihan olan
veya müreffeh bir hayat içindeyken sonradan feleğin çarkları
içinde kıvranan babalara bir örnek olması için sunuyor. Hiçbir
baba “Âdem Baba” kadar zorluk yaşamamıştır, yaşayamaz da
zaten…
Oğlu tarafından reddedilen baba
İkinci “baba peygamber” Nuh Aleyhisselam. Tufan öncesi
Hz. Nuh gemiyi inşa etti. Kendisine inananlar gemiye bindi.
İnanmayıp gemiye binmeyenler arasında hanımı ile oğlu Kenan vardı. Gemi, dev dalgalar arasında seyre başladı,
fakat Kenan gemiye yanaşmıyordu. Baba şefkati dile geldi:
“Oğulcağızım, gel bizimle birlikte gemiye bin, kâfirlerden
olma” diye yalvarıp yakardıysa da, oğul oralı olmadı.
Kenan düşman safında yer almasına, Allah’a âsi olmasına,
babasını tanımamasına rağmen, Hz. Nuh yine nezaket ve
şefkati ihmal etmedi, “Yavrum, oğulcağızım, evladım”
anlamında “Yâ büneyye!” diyerek sürekli ona elini uzattı.
Kenan bütün teklifleri reddetti. Ama “Nuh Baba”, müşfik
halini Rabbine arz etmekten geri durmadı, “Rabbim, oğlum
benim ailemdendir” dediyse de, Yüce Allah, “Ey Nuh, o
senin ailenden değildir. O kötü bir iş yaptı” buyurarak
hükmünü verdi. Çünkü din bağı, kan bağının önüne geçiyordu.
Verilen hükme boyun eğdi, Rabbinden bağışlanmasını
diledi.
Evladı ve babasıyla imtihan yaşayan baba
“Ulü’l-azm” peygamberlerin başında yer alan, Rabbinden
“peygamber evlat” istediği için yüzlerce peygamberin atası
ve babası olan İbrahim Aleyhisselam baba-evlat, evlat-baba
ilişkisinde mükemmel bir örnek ve müstesna bir önderdir.
Hz. İbrahim’in eşleri ve çocukları uğrunda çekmediği çile,
görmediği eza kalmamıştı. O gerçek bir babaydı. Allah’tan salih
bir evlat istedi, Cenab-ı Hak da kendisine ileri yaşlarında “yumuşak
huylu bir oğul müjdesi verdi.” Fakat onu da kurban etme
emri aldı. Konuyu anneden önce oğluna açtı: “Oğulcuğum,
rüyamda seni kurban ederken gördüm. Buna ne dersin?”
Hayatının baharında bulunan “salih oğul”, “Babacığım,
sana emredileni yap!” sözleriyle tevekkülünü dile getirdi.
Baba “alttan” alıyor, “oğulcuğum” diyor, evlat boyun
eğiyor, “babacığım” karşılığını veriyordu. Edebin, inceliğin
ve saygının kelimelere dökülüşü mest ediyor insanı…
Acaba hangi baba, biricik oğlunu kurban etme emrini alacak
olsa, tereddütsüz eline bıçağı alır, hangi evlat babasının
“seni kurban edeceğim” teklifine boynunu uzatır. İşte öyle
babaya böyle bir oğul, böyle bir oğla da öyle bir baba…
İbrahim Aleyhisselamın evladıyla sınavı olduğu gibi, babasıyla
da sınavı vardır. Kendisi “tevhit” sembolü bir peygamber,
babası da Nemrud’un putçusu bir putperest. Sert,
tavizsiz, kaba kuvvetten başka bir şey tanımayan bir adam.
Her seferinde eline ayağına düşerek, peşpeşe “Yâ
ebeti” yani, “Babacığım, babacığım, ne olursun!”
diye yalvar yakar babasını tevhide davet ederken,
baba olanca hıncıyla, “İbrahim, yoksa sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer bundan
vazgeçmezsen seni taşlarım” tehditlerini savuruyordu.
Ama oğul İbrahim, “Sana selam olsun” diyor, görevine devam
ediyordu: “Senin için Rabbimden af diliyorum.” Ancak
Cenab-ı Hak af dileğini kabul etmedi. Babasının Allah düşmanı
olduğunu Rabbinden öğrenince o da ısrarından vazgeçti.
Kulluk, evlatlığın önüne geçmiş, iman isyana galip gelmişti.
Gözlerini yitiren baba
Hz. İbrahim’in torunu ulu bir peygamber var. Gözü yaşlı, kalbi
hüzünlü, iliklerine kadar evlat acısını çekmiş, hasret ateşine
yanmış, “Yusuf! Yusuf!” diye bağrına taş basmış, ama derdini
Allah’tan başka kimseye açmamış baba-evlat güzellemesini
bütün incelikleriyle yaşamış bir insan: Yakub Aleyhisselam.
Bir rüya ile başlar “Yusuf’un macerası”, “Babacığım,
ben rüyamda gördüm ki,” cümlesiyle başlar ve
“Babacığım, işte bu rüyamın yorumudur” sözleriyle biter.
Kenan illerinde yaşayan “Baba Yakub” oğlunun kardeşleri
yüzünden kayboluşunun ardından ıstırabından gözlerini
kaybeder. Ta Mısır’da ortaya çıkan Yusuf da, kardeşlerine,
“Şu gömleğimi götürün, babamın yüzüne
sürün de gözleri açılsın” diyerek gömleğini gönderir.
Daha gömlek şehre ulaşmadan, “Ben Yusuf’un kokusunu
alıyorum” sözleriyle babalığın zirvesini yaşayan Hz.
Yakub, gömleği yüzüne sürer sürmez gözlerinin içi parlar.
Yusuf’u kuyuya atarak ortadan kaldırdıklarını sanan ve babalarına
dünyanın her türlü çilesini çektiren “Yusuf’unu kardeşleri”,
babalarından özür dileyerek aflarını isterler. Çocuklarının
bütün isyanlarını, tersliklerini ve huysuzluklarını anlayışla karşılayan
“Yakub Baba”, “Sizin için Rabbimden af dileyeceğim”
diyerek baba büyüklüğünü gösterir ve hepsini bağışlar.
Babalar ve kızları
“Babalar ve oğulları” olur da, “babalar ve kızları” olmaz
mı? Kur’an bize bu konudaki örnekleri de verir. Kur’an zaten
en çarpıcı insan örneklerini peygamberlerin şahsında anlatır.
Şuayb Aleyhisselamın hiç oğlu yoktu. Sadece iki kızı
vardı. Koyunları onlar güder, onlar sular, onlar sağardı.
Birgün Şuayb Peygamber’in kızlarını kuyu başında melül,
mahzun, çekingen ve korkak bir şekilde gören, haksızlığa
hiç tahammülü olmayan mert bir delikanlı görür. Yolu
Medyen’e kadar uzamıştır. Hak hukuk tanımayan çobanlar
tarafından sarılan kuyuya yanaşır, bu iki kızın koyunlarını
sulayarak yardım eder. Kızlara, “Niçin böyle yapıyorsunuz?” diye sorar. Kızlar da, “Çobanlar çekilmeden biz hayvanlarımızı
sulamayız, babamız ise çok yaşlı birisi” derler
Kızlar eve döner, az sonra kızın birisi mahcup adımlarla gelir,
“Babam seni çağırıyor. Hayvanları sulamanın ücretini
vermek istiyor” der. Delikanlıyı babasıyla tanıştırır, kalbi
delikanlıya yönelmiştir zaten. Kız, bir teklif sunar babasına:
“Babacığım” der, “Onu ücretli olarak tut, tutacağın
adamların en iyisi, bu güçlü, güvenilir kimsedir.”
Delikanlı, karşısında Hz. Şuayb’i görür görmez, aradığını
bulmanın sevincini yaşar. Kızının teklifini makul karşılayan
Hz. Şuayb, on yıl çobanlık yapma karşılığında kızlarından
birisini kendisiyle nikâhlamaya söz verir. O da kabul eder.
Bu delikanlı, geleceğin Musa’sıdır. On senelik bir “çobanlık”
tan ve bir peygamberin dizi dibinde geçen eğitimden
sonra Hz. Şuayb’ın damadı olur ve ardından da
“Peygamberlik Musa’ya yakışır” lütfuna mazhar olur.
Hz. Şuayb’ın kızı, babasına hizmetinin ve iffetli
hayatının karşılığını koca bir peygambere eş olarak alır.
Namus sınavı yaşayan baba peygamber
Bir “baba peygamber” daha var ki, çilekeş mi çilekeş,
dertli mi dertli. Bir baba ancak bu kadar zor durumda kalır.
Sodom ve Gomore halkı eşcinsel bir sapkınlık içindedir.
Kadınları bırakmışlar, erkeklere yönelmişlerdi. Yoldan geçen
genç birisini görür görmez, peşine takılırlar, ondan vazgeçmezlerdi.
Artık iş iyice ayyuka çıkmıştı. Bıçak kemiğe dayanmıştı.
Belalarını arıyorlardı. O sırada Cenab-ı Hak o şehre iki
yakışıklı delikanlı kılığında Hz. Cebrail ile Mikail’i gönderdi.
Bu iki melek Hz. Lut’a misafir oldular. Hz. Lut’un evine iki
civanın girdiğini haber alan halk kapının önüne yığıldılar.
Hz. Lut’tan misafirleri kendilerine teslim etmesini istediler.
Hz. Lut, o kadar zor durumda kaldı ki, ne yapacağını,
ne edeceğini bilemez duruma geldi. Çaresiz kalmıştı.
Misafirleri teslim etmesi mümkün değildi. Teslim etmese
de, kapıda bekleşen gözü dönmüşleri susturamıyordu.
Sonunda gücü kendine ve ailesine yetti. Onlara kendi kızlarını
teklif etti: “Ey kavmim, işte kızlarım. Onlar sizin için daha
temizdir. Allah’tan korkun, beni misafirlerime rezil etmeyin”
dedi. Bu sözleriyle kızlarını onlara nikahlamak istemişti,
yahut onların verecekleri cevabı bildiği için böyle konuşmuştu.
Zaten bu söze hiç kulak asmadılar. “Sen de biliyorsun
ki, senin kızlarınla bizim bir işimiz yok” karşılığını verdiler.

Misafirler Hz. Lut’u daha fazla zor durumda bırakmamak
için kimliklerini açıkladılar ve bu azgın
kavmin beldesinin altını üstüne getirdiler.
İffet ve namus imtihanı ile karşı karşıya kalan babalar
için Lut Aleyhisselamın bu durumu çok ibretlidir.
“Cennet Güzeli”nin Babası
Ama bir baba var ki, gerçek “kız babası” odur. Kur’an
“Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirisinin babası
değildir” diyerek onun sadece Fatıma gibi bir “Cennet
Güzeli”nin babası olduğunu ima eder. Yeryüzünde iki “Âl”
(aile) vardır: Birisi “İbrahim’in âl”i, diğeri de “Muhammed’in
(a.s.m.) âl”i. Zaten onlara her namazda dua ediyoruz.
Onun hayatını adımız gibi bilmemiz gerektiğinden
o güzel babayı sizin havsalanıza havale ediyorum.
(Bahsedilen hadiseler Kur’an’ın birçok suresinde geçtiği için
tek tek sure ve ayet numaralarını vermeye ihtiyaç duymadık.)

MEHMET PAKSU

Ayasofya Nr. 59