Siyah Pantolon hikayesinin kahramanı Alişan Kapaklıkaya ile özel bir söyleşi

Siyah Pantolon hikayesinin kahramanı
Alişan Kapaklıkaya
ile özel bir söyleşi

 

 

 

Değerli hocam, uzun yıllar öğretmenlik yaptıktan sonra
eğitimciliğe geçtiniz. Bunun nedeni neydi?
Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde Adana 19 Mayıs Lisesi’nde
16 yıl öğretmenlik yaptım. Öğrenmeyi öğrendikten sonra
okullarda yıllarca öğretilmeye çalışılan derslerin bir-iki ay gibi
kısa bir sürede öğrenildiğini gördüm. Anladım ki, herkes öğrenebiliyor
ancak herkes aynı biçimde öğrenemiyor. Başarısızlık
dediğimiz durum öğretmenin dersi anlatma biçimiyle öğrencinin
anlama biçiminin uyuşmamasından kaynaklanıyor.
Hem kendi beynimin, hem de öğrencilerin beyninin çalışma
biçimini öğrenince okul başarısı herkesi hayrete düşürecek
bir şekilde arttı. Üç yılda öğretildiği zannedilen bir ders, bir
aylık sürede öğrenilince müfredata uyma zorunluluğu beni
bunalttı. Ben de daha verimli olma düşüncesiyle Milli Eğitim
Bakanlığı’ndan ayrılıp kendi işimi kurdum.
Sizce iyi bir öğretmen ve eğitimci nasıl olmalıdır?
Bence iyi veya kötü bir öğretmen yoktur. Eğer bir eğitimci
öğrencisiyle uyum sağlayıp aynı frekansı yakalayabiliyorsa o
iyidir. Öğrenciyi kendi kapasitesiyle buluşturan, yeteneklerini
kullanmasını sağlayan, onu kendisiyle kucaklaştırabilen
biri, çok iyi bir eğitimcidir. Bu; arkadaş, anne-baba, eş, çocuk,
öğretmen veya bir kitap olabilir. Allah “Ben insanı mükemmel
bir şekilde yarattım” diyor. Allah’ın mükemmel yaratıp bize
hediye ettiği bir çocuğa zarar vermeyen, onu bozmayan,
arızalandırmayan, korkutup sindirmeyen, güvenini azaltmayan
ve merakını köreltmeyen kişi iyi bir eğitmendir. İyi bir
öğreten, iyi eğitmen anlamına gelmez. İyi ders anlatan bir

öğretmen, öğrencinin öğrenme potansiyelinin ortaya çıkmasına
engel olduğu için ilerisi için zararlı bile olabilir.
Sizi en çok etkileyen “kişisel gelişim” öyküsü kimindir?
Hz. Muhammed’indir. Daha doğmadan babası ölüyor,
doğduktan kısa bir süre sonra da annesi. Amcalarının yanında
büyüyor. Sahipsiz kalmış bir çocuk gibi görünürken kendine
sahip çıkıyor. Kişisel bütünlüğünü hiç bozmuyor. Kendini geliştirmek
için kendine okul yaptığı dağlara çıkıp zihnini açarak
tefekküre dalıyor. İçsel yolculuk yapıyor. Kendini ve kâinat
kitabını okuduktan sonra toplum içine giriyor. İnsanın doğasına
aykırı olan her şeyi reddediyor. İnsanı kendisiyle buluşturmak
için çırpınıyor. Toplumu kendi çıkarlarına göre dizayn
eden güç odaklarına tavır alıyor. Ölüm tehditlerine, zulüm ve
baskılara aldırış etmeden çalışıyor. Öldürüleceği gece memleketini
terk edip gidiyor. Belki de daha önceki geçmişini, birikimini,
donanımını terk ediyor. Ve bir gün “muhteşem” dönüyor.
Kendine söz geçiren Hz. Muhammed’in sözünü, bugün bir
buçuk milyar insan dinliyor.
Seminerlerinizde en fazla hangi konu üzerine
yoğunlaşıyorsunuz?
Bugünümüzü çalan iki hırsız var: Biri geçmişe dair pişmanlıklar,
diğeri geleceğe dair kaygılar… Seminerlerimde en çok bu
iki hırsızdan kurtulmanın üzerinde duruyorum. Çünkü onlar
gidince kişi kendisiyle daha kolay buluşuyor. İnsan kendisiyle
olan iç savaşını bitirdiğindeyse, başkasıyla daha kolay barışıyor.

düşündürüyor,
düşündürürken eğlendiriyor, yeri geldiğinde de
ağlatıyorsunuz. Tüm duyguları bir anda yaşatmayı nasıl
başarıyorsunuz?
Benim hayat öyküm dinleyenlere çok komik geliyor. Aslında
beni dinleyenler anlattıklarında kendi hayatını buluyorlar.
Hem gülüyor, hem de ağlıyoruz. Gülmek beynin yakıtıdır.
İnsan gülerken çok daha kalıcı öğreniyor. Fıkralar öyle değil
midir? Tekrarı olmadan öğreniriz fıkralarla. Nasrettin Hoca
bence dünyanın en büyük öğretmenidir. Gülerek öğrettiği için
unutulmuyor. Mevlana “Aynı dili konuşanlar değil aynı duyguları
paylaşanlar anlaşırlar” diyor. Çocuklar bu yüzden büyüklerden
daha iyi anlaşırlar. İnsan öğrenme kaygısı ve baskısı
olmadan daha iyi öğrenir. Neşeli, rahat ve huzurlu ortamlarda
gerçekleşen öğrenmeler asla unutulmaz. Okullarda ciddiyet
adı altında asık suratla, azarlayarak, suçlayarak, horlayarak
öğretmeye çalıştığımız şeylerden öğrenciler sıkılıyor, bunalıyor,
bazıları derslerden nefret ediyorlar.
Bugüne kadar kaç konferans ve seminer verdiniz, kaç
kişiye ulaştınız?
Tam 10 yıldır konferans ve seminerlerim devam ediyor. 2010
yılında 195 konferans ve seminer vermiştim. 52 bin kişiye
hitap ettim.
Kitaplarınızdan bahsedelim
biraz da! “İçindeki
Uyuyan Güzeli Uyandır”da
bahsettiğiniz güzel nasıl
uyanır? “Sevgi Bahçesinin
Bahçıvanı” kimdir? “Bunları
Kimseye Anlatmamıştım”da
bize neler anlatıyorsunuz?
Benim içimdeki güzeli, lisede
okurken yakacağımızın bittiği
fırtınalı bir kış akşamı kar yağarken,
kapımızı çalıp “Alişan,
yavrum aklımıza düştünüz, iki tane çocuk okumak için uğraşıyorsunuz,
yakacağınız var mı diye sormaya geldik.” diyen bir
öğretmen uyandırmıştı. O öğretmenim yüreğime dokunmuştu.
O gün anladım ki, yüreğine merhaba diyebildiğimiz,
ruhunu ısıttığımız bir insanın içindeki güzeli uyandırabiliriz.
İçindeki Uyuyan Güzeli Uyandır kitabımda bunu anlattım.
Sevgi Bahçesinin Bahçıvanı kitabımda, ders çalışmayı sevmeyen,
annemle babama gıcıklık olsun diye ders çalışmıyorum
diyen öğrenciler ve aileleriyle görüşmelerimi anlattım.
Bugüne kadar bana gelen 12 bin mektup var. Bu mektupları
16 yılda cevaplandırdım. O mektuplarda öğrencilerin yaşadıkları,
aileleri, iç dünyaları ve kimseye anlatamadıkları var.

Bunları Kimseye Anlatamamıştım kitabımda, o mektuplardan
bir kısmı ve cevapları var.
“Yaktım Seni Stres” diyor, bu isimle eğitimler veriyorsunuz.
Nasıl yakılırmış bu stres?
Gülerek, evet gülerek stresi yakabiliriz. Stres gelip kapıyı çalar.
Tık tık! Eğer içeride üzüntü, sıkıntı, kaygı, kavga, güvensizlik,
küslük varsa, stres “Ooo, burası tam bana göreymiş” deyip
hemen o insana yerleşir. İçerde neşe, huzur, kahkaha özgüven
varsa “Burası dolu, burada bize yer yok” diye çekip gider.
Başkalarını değiştirirken kendinizi, ailenizi ve çevrenizdeki,
yakınlarınızı da değiştirebiliyor musunuz?
Önceden kendimden başka her şeyi ve herkesi değiştirmek
için uğraşırdım. Bir süre hiç etkili olmadığımı ve ancak kendimi
üzdüğümü fark ettim. Darmadağın oldum, adeta yıkıldım.
Çünkü içim çürümüştü. Kendimi değiştirmeye, güncellemeye,
tazelemeye başladım. Eskilerin tabiriyle lisan-ı hal ile konuştum.
Anladım ki, insanlar değişmeye karşı çıkmıyorlar, değiştirilmeye
karşı çıkıyorlar. Değişme gereği ve isteği oluşunca
değişim kolay oluyor. Evde babayım ama eve eğitmen olarak
gitmiyorum. Ailemi, çocuklarımı değiştirmek gibi sıra dışı bir
çabam yok. Her şey vakti geldiğinde, kendi doğallığıyla oluyor
zaten.
Öğrenmeyi nasıl
öğreneceğiz?
İnsan beyni iki bölümden
oluşuyor: Sağ beyin ve sol
beyin. Sağ beynin özellikleriyle
sol beynin özellikleri farklı.
Beynin tek tarafını kullananlar,
öğrenmede sıkıntı yaşıyorlar.
Ben “Öğrenmeyi öğreniyorum”
seminerleri yapıyorum.
Her iki beyni birleştirecek bazı
teknikler uyguluyorum. Beynin
her iki tarafını kullanan öğrenciler, sınavlarda yüksek notlar
alabiliyorlar. İşitsel öğrenenler öğretmeni dinleyerek, görsel
öğrenenler okuduklarını hayallerinde canlandırarak, dokunsal
öğrenenler okuduklarını beyinlerinde gerçekleştirerek daha
iyi öğrenebilirler.
Okumamız gereken 10 kitap nedir desem…
Bu yaşa, eğitime, birikime göre değişir. Sınırlamak doğru değil.
Bence insanın ilk okuyacağı kitap, kendisidir. Kendisini, duygu
ve düşüncelerini, hayata bakışını, geçmişte kendisine yüklenen
bilgileri, hedeflerini anlamalıdır. Bundan sonrası kolaydır.

Siyah pantolon hikayesi

Bizim çocukluğumuzda var yoktu yok vardı. Ne istersek yok.
Kıtlık döneminde büyümüşüz anne babamız. Bizde onların
kıtlıklarını yaşadığı döneme denk geldik.
Ne istersek yok, pantolon al diyorum mesela, yok diyor.
Oyuncak al, kendin yap diyor. Çamurdan oyuncaklarımı
yaptım. Babamın iç cebini çıkarıp içine yün doldurup top
yaptım. Onunla oynadım. Kız kardeşim bebeklerini kendi dikti.
Onun için bir şeyin kıymetini bilmek bizim neslimizde var.
Bir gün babam dedi ki, “size pantolon getiriyim mi?” Biz 3
kardeş elimizi çenemize dayadık hayal kurmaya başladık.
Muhtarın oğlunun giyindiğinden bizde pantolon giyeceğiz.
Ben ilkokul 3e gidiyorum. Kardeşim bire gidiyor. Diğerimde 6
yaşında. O kadar hayal kuruyoruz ki…
BİZİM ÜMİDİMİZ O MİNİBÜS
Elektrik yok televizyon yok dünyayı tanımıyoruz. Kardeşim
Annem, babaannemin çiçekli donunu bozuyor bize pantolon
yapıyor. Kardeşim dedi ki senin pantolonun ne renk olur?
Dedim siyah keşke benim ki mavi olsa. Niye, dedim. “Siz çiçekli
donla okula gidiyorsunuz ya ben pantolonla gideceğim diye
hava attı. Durdu babam şehirli ayakkabısı da alır mı” dedi. Ben
de kara lastik alır dedim.
Neyse minibüs göründü bir toz kalkıyor, bizim ümidimiz o,
beklentimiz o. babam paketleri açıyor bana bir kara pantolon
kara önlük beyaz yaka birde siyah lastik. Diğer kardeşime de
aynı bana aldıklarından almış.
O hevesle bekleyen bize hava atacak olan Rafet paketleri
karıştırdı açtı baktı yok! Babama döndü umutla baktı “hani
bana”? Dedi.
Babam,“oğlum bir daha gidişte alacam sana” dedi.
Kardeşim ağlaya ağlaya çıktı odadan. Babamın gözlerinden
yaş süzüldü. Akşam sofrada hiçbirimiz konuşamıyoruz sadece
kardeşimin sesi geliyor. İçli içli ağlayan bir çocuk sesi.
Ben sabah okula gittim, geldiğimde kardeşim „ay ne güzel
yakışmış bir kere giyebilir miyim?“ dedi. Bende “olmaz toz
edersin ”dedim. İkinci gün yalvardı vermedim üçüncü gün
de vermedim. Dördüncü gün bana “sana çok güzel yakışıyor
ayağında da ayakkabı çok güzel duruyor belki bana da yakışır”
dedi.
“Uzun gelir” dedim, “ucunu kıvırırım” dedi. “Toz edersin” dedim,
“kilimin üstünde giyeceğim” dedi. Aynanın karşında bir kere
bakayım dedi.

“Yarın cuma okuldan gelince 5 dakika giyeceksin toz
etmeyeceksin” dedim. Gece yatağa 4 kardeş uzandık beni
dürttü ve dedi ki ”caymadın demi? “Ben uyuyamıyorum yarın
pantolon giyeceğim” dedi.
Sabah okula giderken oda kalktı, “bugün erken gel tamam mı,
ben seni kapının eşiğinde bekliyorum” dedi. Okula gittim 3.
ders saati geldi, kapı açıldı müdür öğretmene bir şey söyledi
söylediği şeyden olsa gerek rengi attı öğretmenin.
Bana, “Alişan yavrum eve gider misin? Baban seni bekliyormuş”
dedi. Kendi kendime kardeşim babamı ayarttı pantolonu
giymek için beni okuldan çağırttırıyor diyorum.
Okuldan çıktım köylülerde bizim eve gidiyor. Sokağın başına
geldim kardeşim kapının başında bekleyecekti ya yoktu.
Avluya bir girdim bütün köy bizim avluda annem kendini
yerden yere atıyor.
“Rafet’i verin bana, yavrumu verin, yaralı kuzumu verin.”
Meğer yaşlı bir amca yeni aldığı traktörle, bizim kapının önünden
geçerken kardeşimi görmemiş ve kardeşim traktörün
altında kalıp can vermiş. Ben kardeşime pantolon giydireceğim
gün kardeşim öldü.
BABAM SEVGİYİ ALAMADIĞI İÇİN BİZE VERMEYİ
BİLEMEDİ
Babam sevgiyi alamadığı için bize vermeyi bilemedi.
Seviyordu gösteremiyordu. Bizi kucaklayamadı, bağrına basamadı.
Sevginizi gösterin sevdiklerinize. O gün ne oldu biliyor
musunuz?
Cenaze yıkandı babam kefene koyarken ben alacam dedi.
Kardeşimi kucağına aldı ve dedi ki “Rafet ben seni mezara
değil pazara götürüp pantolon alacaktım oğlum, kalk seninle
pazara gidelim” dedi.
Keşke sağken söyleseydi. Bizim, o sevgiyi duymak için çok
bekledik ama duyamadığımız bir ortamda babam kardeşimin
duymayacağı bir zamanda bağırarak feryat ediyordu. Bugün
çocuklar bizde bulamadığını cep telefonda arıyor çünkü
başka arayışlara giriyor.
Çocuklarımızın köşe başlarında kötü yollara düşürmek
için bekleyen insanlar, anne babalarından daha güler
yüzlü davranıyorlar? Ben ülkemi, ailemi, eşimi, çocuklarımı
seviyorum.
Her yıl konferanslara giderim kızım bu yıl kansere yakalandı
diye artık gitmiyorum. Yanındayım ve sağken onu sevdiğimi
söylüyorum.

 

Ayasofya Nr. 59

Dies könnte Sie interessieren

Murat Gö?ebakan ile söyle?i

Murat Gö?ebakan ile söyle?i   Murat bey, uzun süre hastanede kald?n?z. ?uan sizi çok iyi …